ŞİRKET VE YÖNETİMİ BİLDİRGESİ
ŞİRKET ve YÖNETİMİ
25 Eylül 1996 Çarşamba günü saat 13:30 - 19:30 arasında genel kurulda gerçekleştirilen müzakereler neticesinde aşağıda gösterilen görüşlerin, sonuç bildirisinde değerlendirilmek üzere kongre genel kuruluna arzına oy birliği ile karar verildi.
BAŞKAN
Prof. Dr. Salih Tuğ (Marmara Ün. İlâhiyat Fak.)
TEBLİĞCİLER
Prof. Dr. M. Cevat Akşit (Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak.)
Prof. Dr. Hamdi Döndüren ( Uludağ Üniv. İlâhiyat Fak.)
Doç. Dr. Ahmet Özel (TDV İslâm Araştarmaları Mrkz. )
Yrd. Doç. Dr. Osman Şekerci (Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak.)
MÜZAKERECİLER
Prof. Dr. Ömer Dinçer (İ. Ü. İşletme Fakültesi)
Mustafa Özel (İktisatçı-Yazar)
RAPORTÖRLER
Ahmet Yaman (Selçuk Üniv. İlâhiyat Fak.)
Hacı Mehmet Günay (Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak.)
I.
İslâm dini, kadının çalışmasını hukuken engellememektedir. Günümüz modem toplumunda kadının çalışması; temel amaç, felsefe ve yaklaşım açısından farklılıklar taşımaktadır. Burada temel sorun, kadının çalışmasının meşru olup olmadığı değil, toplum içinde kadına İslâmın yüklediği rol ile modem toplumun yüklediği rolün ne derece uygun olduğudur. Çünkü İslâm kadına öncelikle annelik ve eş olma rolünü biçerken modem toplum, kadını cinsiyetten arınmış ve bağımsız bir birey olarak algılamaktadır. Bu sebeple, günümüz toplumlarında kadın, zaruret veya ihtiyaca dayalı olarak çalışmalı, iffet güvenliğine ve tesettüre uygun olmak, halvet olmamak, kadının özelliklerine uygun işbölümü yapmak ve eşler arasında rıza esasına dayanmak şartlarını haiz bulunmalıdır.
II.
1. Ticari isim, ticari ünvan, marka, telif ve patent, insanların mal olarak telakki etmeleri sebebiyle çağımızın örfünde geçerli mali değere sahip haklar haline gelmiş olup, bunlar sahiplerine özgü haklardır. Dolayısıyla bu haklar şer’an geçerlidir ve ihlal edilmesi caiz değildir.
2. Mali birer hak olduğuna göre ticari isim, ticari ünvan ve ticari marka üzerinde tasarrufta bulunmak ve herhangi birisini mali bir bedel karşılığında devretmek, ğarar (belirsizlik) hile ve aldatma bulunmamak şartıyla caizdir.
3. Telif ve patent haklan hukuken korunur, bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkı sahiplerine aittir ve bu hakların ihlal edilmesi caiz değildir.
III.
1. Nassların ve şer'î kuralların ortaya koyduğu ilke, Yüce Allah’ın : "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız yere yemeyin; karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olması müstesna'' sözünün mutlak anlamının gereği olarak insanlar, alım - satımda ve mal - mülk üzerinde tasarruf konusunda Islâm hukuku hükümleri ve genel kuralları çerçevesinde serbest bırakılmasıdır.
2. Tacirlerin ticari muamelelerinde, bağlı kalmaları gereken belirli bir kâr haddi yoktur. Bu husus, itidal, kanaat, hoşgörü ve kolaylık gösterme gibi dini âdâbın gereklerine riayet edilmesi şartıyla, ticaretin genel şartlarına ve tacir ile söz konusu malın özel durumuna bırakılmıştır.
3. Ticaretin, aldatma, hile, yanıltma, gafletten yararlanma, gerçek kân çarpıtma, ihtikar gibi zararı fert ve topluma dönen haram kazanç yollarından arındırılması gereğini vurgulayan birçok nass bulunmaktadır.
4. Yetkililer sunî âmillerden kaynaklanan ve piyasanın sağlıklı işlemesini önleyen açık bir durum bulunmadıkça piyasa ve fiyatlara müdahalede bulunamazlar. Böyle bir durumda ise yetkililer kamu zararını önlemeye; pahalılık ve aşırı aldanma sebeplerini ortadan kaldırmaya imkan verecek âdil yöntemlerle müdahalede bulunabilirler.
5. İslâm şirketleşmeyi teşvik etmiştir. Günümüzde çok ortaklı şirket kurmak bir zaruret haline gelmiştir. Bu şirketler;
a) Karşılıklı rıza ve anlaşmaya dayalı olması
b) Belirsizliğin (ğarar) ve bilinmezliğin (cehalet) ortadan kaldırılmış olması
c) Zulüm ve sömürünün kaldırılması ve dolayısıyla sorumluluğun şahıslara dayalı olması,
d) Faaliyet konusunun meşruluğu,
e) Faaliyet esnasında İslam’ın temel emir ve yasaklarına uyulması,
f) Ortakların eminliği, şartlarını haiz olmalıdır.
6. Şirketlerin kuruluşu ve çalışma esasları; sermaye paylan, sermayenin kullanımı, kâr payı ve dağıtımı, yönetim yapısı, ortakların karar alma yöntemi karşılıklı rıza ve anlaşmaya dayalı olarak ana sözleşme ile önceden belirlenmelidir.
IV.
Uluslararası her türlü ticari ilişki prensip olarak caiz görülmekle birlikte bu gün gayri müslim devletlerle kurulacak ticari ilişkilerin sınırlan, hangi tür malların alınıp satılabileceği, hangi ölçüde işbirliği kurulabileceği meselesi; maslahat prensibi, mefsedetin definin menfaat celbinden önceliğe sahip olduğu, hafif zarann büyük zarara tercih edileceği gibi genel kurallar çerçevesinde ve müslümanlar aleyhine stratejik üstünlüğe yol açmayacak şekilde halledilmelidir.
V.
İslâm'da sözleşme hükümlerine uyulması asildir. Muhayyerlikler, karşılıklı rıza ile akdi bozma (ikale) veya bir özür sebebiyle akdi feshetme durumlarında zararın tazmini gerekmez. Bunun dışında tek yanlı fesihlerden doğacak zararların sözleşmede belirtilen hükümlere göre, burada yoksa genel hükümlere göre tazmini gerekir.
VI.
Günümüz modern toplumlarında oraya çıkmış olan işçilik farklı bir durumdur. Mülkiyet ve sermayeden arındırılmış emeği temsil eden işçilik, çalışma ortamında fiziki ve ruhi olarak yıpranmayı da beraberinde getirmektedir. Kıdem ve benzeri tazminatlar işçi ve işveren arasındaki sözleşmeye dayanarak işçinin kendi istek ve kusuruna bağlı olmadan işten çıkarılması durumunda, bu yıpranma karşılığı ödenebilir.
VII.
İşletmeler arası rekabet, sürekli büyüme ve rakiplerine karşı üstünlük elde etme amacına yönelik bir çabadır. Sürekli büyüme, pazara tek başına hakim olma, aşırı ve lüks tüketimi teşvik etme amaçlı ve bunların sonucu olarak yaşam değeri oluşturmaya yönelik rekabet meşru kabul edilemez. Müslüman toplumun menfaati, tüketici yararı, serbest fiyat teşekkülü ve mal/hizmet mübadelesi rekabet için esastır. Reklâm ve tutundurma çabalan (promosyon), öncelikli olarak bir rekabet aracı olarak değil, üretilen mal ve hizmetten haberdar etme ve bilgi aktarma aracı olarak kabul edilebilir. Değer üreten, yaşam biçimi sunan, yanlış bilgi veren, haksız rekabet doğuran, İslâm'ın ahlâk ve âdâbına ters düşen reklamlar meşru değildir.
VIII.
Bir merkezden yönetilen firma, işletme ve sanayi kuruluşlarının çeşitli yerlerde temsilcilikler açması ve bu yolla merkezdeki işlemlerin benzerlerinin yapılmasını sağlaması ya da ürettiği malların temsilcilikler eliyle dağıtımını sürdürmesi acentalar eliyle yapılabilmektedir. Acenta sözleşmesinde İslâm'la çelişen şartlar bulunmadığı takdirde, müessesenin meşru olduğunda şüphe yoktur.
Acentaların İslâm'ın mudarabe (emek - sermaye) ortaklığı yöntemi ile düzenlenmesi mümkündür. Çünkü mudarabede, sermaye sahibi işletmeciye satış şartlan konusunda özel sınırlamalar getirebilir. Buna göre bir firma acenta sermayesi ile kendi mallarının dağıtımını sağlayabilir.